Thursday 25 November 2010

Ortaya karışık

Taksim'e gideli uzun seneler olmamasına rağmen gidince kopamıyorum ancak hep aynı yere gidiyorum. Sanki biraz sıkıcı o da. Bir sanat öğrettiler bana hep oradayım. Artık biri elini masaya vurup yeter kübra demeli gibime geliyor...

Gelelim ikinci meseleye bugün anladım ki işteki insanlar güler yüzlü olabiliyormuş son 15 gündür ciddi anlamda sinirlenmiyorum ne harika.. Bu sayede hamburger yerken ki mutluluğum ikiye katlanıyor. Gerçi hamburgeri de bırakmalıyım ama ne yapalım tüketim gücüne göre kilo almayınca çok keyifli oluyor :)

Bugün bütün konuları birbirine katacağım kendime söz verdim çünkü hala blog nedir anlamadım, anlamaya anlamaya daha ne kadar yazacağım, bakalım. ya da yeter bu kadar, sabah 6da kalkacağım için üzülmeye başlayayım
Bir şarkı ile bu yazıyı sonlandırmak isterim Athena'dan bulamadım..

Sunday 10 October 2010

aşk mümkünmüdür hala

Ben bu aralar pek bir garibim. Normalde sabahları sinirli kalkardım daha da sinirli oldum. Her şeyi düşünürdüm daha da düşünür oldum.

Tanışma konusunda zorlanmayan ben 3 haftadır adeta ıkınıyorum. Bulunduğum ortamda yanım boş kalmadı ki yanıma gelsin! muhabbeti yapsam da kendi kendime boş kalsa ne olacak diye de merak ediyorum. Aslında asıl mesele iki kişi arasında gidip gelmem. Bir konrolünü sağlayamadım kalbimin, beynimin. Sinirim bunla da alakalı değil.  Liseden beri kimseyi sevmemem şu yaşıma rağmen hayatımda tek bir kişi sevmem, sadece bir tek kişiye aşık olmam da zorluyor olabilir. Ki sinirimin bununla da alakası yok.

Sinirim insanların benden sürekli ilgi beklemesi, sinirim 20 yaşında çok şey düşünüyor olmam. Belki ben büyütüyorum bir şeyleri ama itirazım var ulan. Bir anda on tane şey düşünmek istemiyorum mesela. Ama oluyor engelleyemiyor, ne kadar böyle sürer bilmiyorum.

Gelelim gönül meselesine kendime ona bir hafta verdim. Olmadı tanışamadık mı o halde bir daha da açmam konuyu kendi içime gömerim isimsiz adamı. Gelelim 2. tekil şahısa onu tanısam da olmayacağını bildiğim için bahsetmiyorum bile. Bu kadar yazıp bahsettikten sonra bağlayamamakta mesele ne yapalım bir şarkı ile son verelimm, alakasız olsa da bir travis sever olarak dinleyin derim. http://fizy.com/#s/151ef2

Saturday 9 October 2010

kahve içene fal bedava

Kahve aşığı bir insan olarak her gün mutlaka kahve içerim. Fal işi ise bana komik gelir aslında. Yolunda gitmeyen bir şey ya da bir şeyler varsa hemen koşarız, koşarız ki iki güzel söz söylesin de rahatlayalım. Bir nevi psikolog...

Bu sene bu fal meselesine ilk kez gittim. Abi çok boş ya deyip kadının - adamın yanına geçip, oha bildi lan deyip çıkıyorsun ki sonra sonra eee bana ayın şusu dedi ama falan diyerek verilen zaman dilimlerinden olayın fos olduğunu anlıyorsun. Ama yeter mi yetmez o kadar çoğalmış ki fincandan şekil çıkaran insan sayısı o olmadı, bilemedi diğerini deneriz oluyorsun. 2. kahve falı olayımsa ilkinden daha iyi yorum yapan birisiydi. İnanmam, inanmadım ama hakikatten kadın biliyor değil de hisleri kuvvvetli, fazlasıyla. Ama gelecek meselesi denilen olayda tıkanıyor herkes. Bir de şöyle bir durum var ki ee geleceği öğrendin şimdi? Ne yapacaksın? Hazırlık mı ? gibi sorular aklıma gelir hep benim.

Tüm bunları söyledim çünkü bugün de gittim. Yok ya ben çay içeceğim ile başlayan mesele iki arkadaşımın ısrarı sonucu fincan kapatmamla son buldu. Ne dedi anlamadım ama giderken uğradığımız yerdeki sıradan sonra bir kahve falı bakar afişi hazırlatıp, yer açmak istedim. 41 kişi vardı, şaka gibi... Ama merakta ettim, nedir bu kadar burayı özel kılan? Bir daha baktırmam ama baktırırsam merakımı gidermek amaçlı giderim oraya...

bir mesele var ki pek anlamış değilim.

Blogumu bozdum sonra düzelttim nasıl oldu ne yaptım anlamadım. Ben öyle teknolojiden çok anlayan bir kişi değilim, olmadım da çoğu zaman.

Neyse düzelttim, düzeltmenin şerefine bir şeyler paylaşalım dedik... 

Facebook'ta meme kanseri ile ilgili bir mesele var. Çantanı nereye koyduğunu yazarsan şayet kendince destek vermiş oluyorsun. Tamam taş atıyoruz kolumuz yorulmuyor neticede ama nasıl bir destek pek anlamadım. Anlamasam da bu tip destek işlerine köstek olmayalım dedim, ben de nereye koyduğumu yazdım. 

Ekim ayında meme kanserini hatırlatalım kampanyasına siz de el uzatın, uzattırın. Reklam kuşağı yaptım, kendimce. İşe yarar bir mesele midir, bilmem ama denemekte fayda var. 

Thursday 7 October 2010

forum fashion week



Aslında benim öyle modayla işim falan olmaz. Seversem giyerim, sevmesem modaymış falan bakmam bile yüzüne. İlk moda karşılaşmam eski işimde zorla, cebren ve hile ile gönderildiğim defile olmuştu ki sonrası da gelmedi zaten. Bir de bu işlerle yakın takipte olan bir arkadaşım vardı. O ise sadece ayakkabılarıma takılırdı. Converse giyme, topuklu giy diye ikaz eder, büyüdün diye dürterdi.

Başlıkla ne alaka diyecek olursanız şayet Forum Fashion Week diye bir olay varmış. Yarışmadan moda sanat etkinliklerine, defilelerden Elle Shopping Festival'e kadar pek çok etkinliğin bulunduğu bir organizasyon. Duruma, olaya yine zorla, cebren ve hile ile katılıyorum. Ama bu sefer eş, dost hatır meselesi için. Hem de topukluyla...

detaylı bilgi için: www.forumfashionweek.com

ağaçlar bilet açtı

Bu yıl 9. su düzenlenecek olan  FilmEkimi 8- 15 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek.  Cannes, Berlin, Sundance ve Venedik gibi dünyanın en önemli festivallerinde yer alan filmlerinin gösterimlerinin yapılacağı Filmekimi'nde bu yılda yok yok. Tabii Emek'in olmayışının burukluğu da var. Ama Atlas, Beyoğlu, Maçka Cinebonus'ta Filmekimi filmlerini takip edebileceğiz, edebileceksiniz :)

Yarın başlayacak festivalde Hırsızlar Şehri, New York I Love You, Başka Bir Yerde, Tehlikeli Yol ve Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor filmlerinin galası yapılacak.

program için: www.iksv.org/filmekimi_2010



 

Monday 20 September 2010

Woman Without Piano


Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ve 26 Eylül’e kadar sürecek Altın Koza Film Festivali başladı. 17. kez düzenlenen festivalde 200’ü aşkın film sinemaseverlerle buluşacak. Festival kapsamında Adana’da dünyaca ünlü sinemacılara kapılarını açacak. Festivale katılan sinemaseverler filmleri 442 film gösterimi sayesinde izleyebilecek.

Festival açılışı Piyanosu Olmayan Kadın filmiyle yapacak. Filmde hayatını ailesine adamış Madridli bir kadının bir gecede değişen hayatı konu alınmış. Uluslararası San Sebastiyan Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü ‘Gümüş İstiridye’yi ve Özel Mansiyon Ödülü’nü alan filmin yönetmeni, Javier Rebollo. Ayrıca geceye filmin oyuncularından Jan Budar da katılacak.

Festivalde elbette gösterimler, paneller, söyleşiler, atölyeler de olacak. Festivalin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda finale kalan 10 dev yapıtın yanı sıra, öğrenciler tarafından hazırlanan filmlerden oluşan Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve Akdeniz Havzası’nda yer alan ülkelerdeki kısa filmcileri buluşturacak olan Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması kapsamında da pek çok eser seyirciyle buluşacak.

Festival kapsamında Onur Ödülü takdim edilecek olan Atilla Dorsay’ın sergi ve söyleşisinin yanısıra, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Jüri Başkanı olarak görev yapan senarist ve yönetmen Işıl Özgentürk de öğrencilerle bir araya gelecek. Sinema yazarı Alin Taşçıyan’ın moderatörlüğünde düzenlenecek olan ‘Filistin’de Sinema Yapmak’ başlıklı oturumda Filistinli yönetmen ve basın mensupları ülkedeki sinema sektörünü masaya yatırırken, ‘Filistin Barışa Hasret’ başlıklı bölümde ise Filistinli sinemacılar tarafından çekilen ve başka ülkelerden yönetmenlerin Filistin'de çektiği belgeselleri izleyici ile buluşturacak.

Sunday 19 September 2010

Orkinoslar tükeniyor..



Dünyanın en fazla talep gören balıklarından olan orkinoslar beslenme açısından tercih edildiği kadar lüks sushi ve sashimi pazarlarının da temel malzemesi olarak görülüyor. Hem ticari hem de ekolojik açıdan Akdeniz'in en değerli ve önemli balıklarından olan orkinoslar ciddi bir tehlike ile karşı karşıyalar.

Ağırlığı 700 kg, uzunluğu 2 metreyi bulan bu canlılar yaşamları boyunca binlerce mil yol katediyor.  Kuzey Amerika’dan Avrupa sularına kadar yüzebilen orkinoslar bir otomobil kadar hızlı yüzgeçleri sayesinde bir dakikadan daha kısa bir zaman diliminde 250 metre derinliğe dalabiliyorlar.

Ancak; bu canlıların birçoğu sınır tanımayan aşırı avlanma nedeniyle ve korsanların orkinos hırsızlığından dolayı tehlikede… Hatta kocagöz ve sarı yüzgeçli orkinoslar tüm okyanuslarda büyük bir oranda yok oldu bile. Mavi yüzgeçlilerin de stokları tükenmek üzere.

Orkinoslar neden tükeniyor?

Orkinosların nesillerinin tükenmesi ile ilgili biliminsanları 2006 yılından beri alarm veriyor ve durumun iyileştirilmesi konusunda, kota düşürme ve yumurtalama sezonunda balıkların avlanmaması gerektiği yönünde uyarı ve tavsiyelerde bulunuyor. Ancak, bu türün yönetiminden sorumlu olan Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu (ICCAT) bugüne dek Akdeniz'deki yasadışı ve aşırı avlanmanın önüne geçemediği gibi bilimsel tavsiyeleri de tamamen gözardı ederek balıkçılık yönetiminde bir utanç örneği oluşturuyor. Greenpeace de dört yıl boyunca Akdeniz’de konu ile ilgili araştırmalar yaparak ICCAT’e üye ülkelerin yasadışı faaliyetlerini defalarca raporladı. Ancak, ne yazık ki teknolojinin gelişimi de orkinosların yok olmasının nedenlerinden… Çünkü teknoloji sayesinde tüm ülkelerin bir yılda toplayabileceği orkinoslar iki günde toplanabiliyor.

Orkinosların tükenmesinin nedenleri sadece bunlar da değil; avcılığa kapalı dönemlerde avlanma, yavru orkinos avcılığı, balıkçılık teknelerinin yasadışı biçimde yeniden bayraklandırılması, yasadışı gözcü uçak kullanımı, lisanssız balıkçılık tekneleri ve orkinos çiftlikleri, denetimsiz aktarmalar, yasadışı indirme ve yalan beyan, önemli miktarda kayıtsız aşırı avlanma ve balıkçılık filolarının kapasiteleri de orkinosların tükenmesinin nedenleri.  Balıkçılık endüstrisi şu anda tamamen kontrolden çıkmış ve mavi yüzgeçli orkinosu yok olmanın eşiğine getirmiş durumda.

Durumun düzelmesi için tüm türlerin yumurtlama alanlarını korumak üzere deniz rezervleri oluşturulmalı, avlanma kapasitesi sürdürülebilir düzeye indirilmeli ve bilimsel tavsiyeyle tam bir uyum içinde yeni bir yönetim planı benimsenip, gerektiği gibi uygulanmalı…




Orkinoslar için olumsuz sonuca karar verildi…

Soyu Tükenmekte olan Türlerin Uluslararası Ticaret Konvansiyonu 25 Mart’a kadar süren 15. Taraflar Toplantısı’nda bu yıl orkinoslar ile ilgili durumları gündeme getirdi. Küresel anlamda okyanusların korunması adına büyük önem taşıyan CITES (Nesli Tükenmekte Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme) Atlantik mavi yüzgeçli orkinoslarının geleceği için bir yol ayrımı anlamına geliyor.

fotoğraflar: greenpeace
Monako’nun öncülük ettiği bu teklifi Greenpeace de destekliyor. Ayrıca; mavi yüzgeçli orkinosların yanı sıra çeşitli köpekbalığı ve mercan türlerinin de korunması için Appendix 1 listesine girmesini istiyor. (Çünkü Appendix 1 listesine giren her türün uluslararası ticareti yasaklanır.) Orkinosların uluslararası ticaretinin yasaklanması önerisini bugüne dek ABD, Norveç, İsviçre, İngiltere gibi ülkelerin yanı sıra AB de bazı şartlar getirerek destek vereceğini açıklasa da sonuç 20 evet oya karşı 68 hayır oy ile reddedildi. Tabii bu duruma en çok sevinenler de sushi ve sashimi ticaretinin en fazla gerçekleştiği Japonya ve Kanada gibi geçimini balıkçılıkla kazanan ülkeler oldu. Hatta karar Japonya’da gazetelerin manşetlerine bile taşındı..

Orkinosların maliyeti

Ticari olarak en fazla yakalanan ve tüketilen orkinos türleri sarı yüzgeçli orkinos, kocagöz, yazılı orkinos ve mavi yüzgeçli orkinos olarak bilinir.
En fazla avlanan tür de kutu konservelerde kullanılan yazılı orkinos… Bu türün avlanması sırasında kullanılan ağlara genç sarı yüzgeçli ve kocagöz orkinoslar da takılır. Ticari değeri daha fazla olan sarı yüzgeçli orkinoslar, yakalanan orkinosların yüzde 35’ini ; mavi yüzgeçliler de dünyadaki tüm orkinosların yüzde 1.5’luk kısmını oluşturuyor. 2001 yılında Japonya’da, bir mavi yüzgeçli orkinos 173,600 Dolara satılarak tüm zamanların rekorunu kırmıştı.

Detaylı bilgi için;
greenpeace..

Friday 17 September 2010

Blog’a dönüş…

Ne zamandır blog için bir şey yazmıyorum, yazamıyorum. Vakit olmuyor olsa da o an neyi halletsem diye düşünürken bir bakıyorum, hooop saatler geçmiş. Bu yüzden de birçok şey kalıyor, ne yazık ki. Neyse oturdum dedim ki hazır evde kimse yokken bir çalışma yapayım. Birkaç ufak yazı karalayayım. Olsun olmasın sağlık olsun.

Bazı arkadaşlarım bu blog işlerinin belli bir konu üzerinden yürütüleceğini iddia ediyor. Ben bu meseleden pek anlamam ama ben de çok dağılmadan konuşacağım, yazacağım.

İlk meselemden başlayacağım o halde. Sinema…. Onu sevmemek elde değil, sinema olmadan olmaz yahu gibi cümleleri çoğaltabilirim ama gereği yok neticede sinema severimde zaten bütün sevgi bildirme cümlelerinin özetidir. Gelelim bugün izlediğim filme, filmlere…


İkisi de oldukça başarılı iki Türk filmi. Vavien; Yağmur Taylan ve Durul Taylan tarafından tarafımıza aktarılmış bir film. İyi de bir film. Engin Günaydın, Serra Yılmaz ve Binnur Kaya’da izleme sebeplerimdendi. Aslında izlemeye geç kaldım bu filmi. Neyse gelelim filme. Film tek düze ilerliyor. Heyecan yok. Aslında bu kadroyla komedi arıyor insan ama o da yok. Ancak çekimleri ve aslında konusu oldukça hoş. Ağır ve emin adımlarla ilerliyor film. 131 421 kişinin izlemesi de beni sevindirdi ve şaşırttı aslında. Milliyetçilik barındırmayan veya Recep İvedik serisi olmayan bu filme bu kadar ilgi beni oldukça mutlu etti. Neyse eski zamanı pek deşmeden asıl beni benden alan filme gidiyorum. Soul Kitchen… Bir yönetmen bu kadar harika olabilir mi? Fatih Akın bir şeyi de doğru yapmasın yahu diyesim geldi. Süper bir film. Filmden kopamıyorsunuz çünkü hep bir sonrasını merak ediyorsunuz. Tabii sonda da Uğur Yücel’i görmek paha biçilemez. Zaten çekimlere de lafım yok. Yani siz siz olun Soul Kitchen’ı mutlaka izleyin en azından izlemeye başlayın zaten devamı gelecek.


Bir de Spartacus var ki, aslında süper bir dizi. İzlerken insan vay be milletin dizisine bak biz de böyle film bile yok dedirtiyor. Ancak biraz pornodizi olmuş. Yani böyle bir tür yoksa da Spartacus’den sonra oluşur gibime geliyor. Ama dövüş sahneleri olmuş, olmuş, süper olmuş, gerçi akan kanların ‘biz bunları bilgisayarda yaptık’ diye bağırmasını anlamış değilim de olsun o kadar olur.



Wednesday 4 August 2010

Bu bir saç hikayesidir...


Biz kızlar biraz büyüyelim hemen saçımızla başımızla oynamaya başlarız. Bu durum izin verilse büyümeyi de beklemeden gerçekleştirilir, ancak anne- baba faktörü duruma el atıyor. Aslında doğduğumuzda var olan renk zaten bize uygun olandır ki öyle çıkmıştır. Elbette biraz daha fazla yakışanı çıkar çıkmasına da ama doğalda iyidir ya.

Ama yok olur mu illa bakacağız, bütün renkleri tek tek deneyeceğiz. Ben de denedim. Denemediğim renk yok sanıyorum. Tabii lise çağının verdiği asilik ile ilk renk denemem kırmızı olmuştu. Lisenin ilk karne zamanı saçımın aralarında kırmızı ile bahçe kapısından giriş yapmıştım. Ben memnun, saçlar şaşkın falan.

Günler birbirini kovaladı ve ben de her canlı gibi büyüdüm. Tabii bu arada kırmızılar yok oldu, yeni bir renk meydana geldi. Siyah… Azıcık rock müzik dinliyorsanız kaçınılmaz son siyahtır zaten.

Bu arada lise hayatı da bitmek üzereydi. Her sarı saça sahip olmayan kız gibi ben de bir sarı denemesinde bulundum. Bulunmadan önce köklü araştırma şarttı, sarışın kızların olduğu reklâmlar dikkatimi çekmeye başlamıştı, google’da sarışın ünlüleri arama oranı da benim sayemde artmıştı. E bu kadar çaba, emek ve eziyetten sonra saç sarıya döndü. Kuaför tabiri ile saçım kusturuldu. Kusan saç zamanla açılmaya başladı. Hızını alamadı, platine kadar gitti. O an bu duruma bir durmak gerekir dedim. bu arada iyi- kötü bir sürü yorum oldu. Çok ilginçtir ki saçımı normal haline (kahve- kestanemsi bir renk) çevirince üzülen bir kitle ile karşılaştım. Ama gerçek şu ki esmerler sarışın olmayın, lütfen olmayın, olanı da teşebbüs edeni de durdurun. Kesin saçlarını yakın küllerini de boğazdan atın…

Friday 30 July 2010

Her gün yeni bir katliam…


'En İyi Belgesel' dalında Oscar kazanan The Cove (Koy) filmi Japonya’da oldukça ses getirmişti. Sadece Japonya’da değil elbette konuyla ilgili olan pek çok ülkede. Filmde Japonların insanlara en yakın olan canlıları-Yunusları eğlence ve yemek için öldürdüğü, katliam yapıldığı gösteriliyor. Japonlar sadece yunusları değil, orkinosları ve balinaları da rahat bırakmıyor.


Ama sadece hayvanlarla uğraşan ülke Japonya mı ki; Danimarka’nın Faroe Takımadaları’nda da durum pek farklı değil. Faroe’deki gençlerde yetişkin olduklarında balina katliamı yapıyorlar, zevkine!


Bunun dışında Faroe’de her yıl yaklaşık 950 ‘pilot balina’ balıkçılar tarafından avlanıyor. Bu durum hayvan severler tarafından protestolara neden olsa da ekonomi- kültürün önemli parçası olduğunu düşünenlerde var. Ve ne yazık ki bu yıl yine tekrarlandı. Kim bilir kaç yıl daha tekrarlanacak…


Tüm bunları yazdım ben vejetaryen miyim dersek, hayır değilim. Ama zevk içinde hayvan öldürülmesini pek kabullenemem sanıyorum. Büyüdüm haydi hayvan katliamı yapalımın mantığı yok, olamaz, olmamalı da zaten…


E) Hepsi- Hiçbiri- Diğer...


ÖSYM bu sene sınav sistemini değiştirdi, değiştirdi de nasıl bir sistem getirdi ne o anladı ne de sınava girenler. Ben de bizzat sınava giren öğrenciler arasındayım. Bir bölüm yetmedi ikileyelim dedim. Ama ben de bir şey anlamadım. Hadi sistemi anlamamak bir yana hesap kitap sorunları da var. Hayır, yapamıyorsan bu işi, ne işin var orada derler adama. Bu da yetmiyormuş gibi en geç 26 Temmuz’da açıklanacak DGS sonuçları da halen muallâkta. Yok, böyle saçma bir şey. Zaten o da açıklanır yanlış çıkar. ÖSYM başkanı tribe girer, bırakayım o zaman başkanlığı falan diye. İnci sözlüğü ne kadar seviyorum bilmiyorum ama ÖSYM’yi İnci’ye teslim ediyorum…

Küçük kızlar, minik etekler, faydasız diziler.


Küçük Sırlar diye bir dizi başlamış. Ben sadece ilk bölümüne baktım. Pek boş geldi bana. Aman o onun arkasından bir şey yapıyor, öbürü diğerinin vs (bkz: arkadan kuyu kazmaca)… Zengin- fakir- güzel-çirkin vs diye gruplara ayrılmış insanlar...


Tabii bunlar görünen taraf bir de kamera arkası sorunlar vs var. Birincisi senaristler ufak tefek değişiklik yapmışlar ama dizi ‘Gossip Girl’ isimli diziden alıntı ki sanki bizim senaristlerimizin hayal gücü bu kadar sıkışmış. Yani biz bir şey yapamıyor muyuz, keşke biraz kafa yorsak. Bunun dışında bir yandan da yapımcılar kısa eteklerle, ahlak kurallarıyla uğraşıyor.


Yine senelere değinerek geçmek isterim J… Annemlerin zamanında… (Annemle aramda sadece 19 yaş var. Yani 19 senede neler değişmiş.) Kimse kimsenin etek boyuna karışmazmış. Şimdi herkes ahlak polisi oldu. Yani ne oldu da biz namusu etek boyunda arar olduk. Uzun etek giyildiğinde de çok şey yapılır kimse endişelenmesin. Merakı olan da Mecidiköy’de Cevahir isimli alışveriş merkezinin dışardan otoparkına doğru yürüsün. Ağaçların kenarlarında yiyişenler kediler değil, uzun etekliler. Nereden nereye geldim, konumu da pek bir dağıttım.


Aslında senaryo sıkıntımızı anlatmak isterken iş eteklerimize kadar gitti. Sanırım pek bağlanacak tarafı kalmadı yazının o yüzden ana mesajı verip sonlandırayım madem. Daha faydalı diziler, daha çok emek, daha çok hayal gücü diyorum. Bir de boka sarmasın diziler diyorum, farzı misal; Kavak Yelleri, Yaprak Dökümü…


Ben pilot olacağım!


Her yazıda senelerle konuşuyorum ama bu kaç senedir süren bir durum bilmiyorum. Son günlerde gözüme bir haber çarptı. Çarpalı baya oldu da etkisini yeni mi görüyorum ne. Sina Büyüka şarkıcı olmuşşş. (Şarkıcılık dışında severim de... )Önce bir şarkısına, sözlerine bakmak lazım tabii…

oo-oo oyuncak adam-imiş..

Bana çok mantıklı gelmeyen bu sözler ve tarz; daha çok kız grubunda şarkı söyleyen ilkokul çağına hitap eden bir durumu yansıtıyor sanki. Bir insan ciddi ciddi iyi bir biçimde mesleğini yürütürken ve piyasa (müzik adına) aynılarıyla doluyken neden şarkıcı olmak ister ki…

Ama olsun biz de mankenden, spikerden, doktordan falan şarkıcı olabiliyor. Birkaç dizide oynadıysan magazin programı da sunabiliyorsun ya da herhangi bir program. A bir de yönetmenlik var ki parası olan yönetmen oluyor bu ne ya diyecek tarzda da olsa hâl böyle.

Aslında mantığını, sözlerini tartışacak çok şarkı var hatta o her yerde çalan şarkıların birçoğu saçma, basit 2–3 kelimenin tekrarlanmasından oluşuyor. Ama nedense en çok ‘Oyuncak Adam’ gözüme çarptı. Nedeni de basit ne alaka ya bu kız NTV Spor’da değil miydi? Hani öyle bir girişimi de yoktu diyor insan kendi kendine. En azından ben böyle dedim. Gereksiz bir eylem, ne eğitimi aldıysan o ol arkadaşım. Bırakında herkes işini yapsın. Bilen, anlayan, hakkını veren herkes…


Thursday 29 July 2010

Eski sevgili klişesi


Kadın dergileri çıkmaya başladıktan sonra var olan en klişe konu eski, yeni her tür sevgili ile ilgili yazılmış yazılar sanırım. Gerçi ben kadın dergileri mantığını da pek anlamam ya neyse. Eski sevgiliniz sizi terk ettiyse şunları yapın, bunlardan uzak durun! Onu 3 günde etkilemenin yolları nedir? Yok, efendim arkadaşınız mı o mu’ya kadar giden bir saçmalık söz konusu.

Bu konu klişe, bu konunun klişe olduğunu söylemekte artık klişe ama eski bir arkadaşınız henüz siz gençken ve belki derken evlendiyse hani bunu da yazmak mı gerekir acaba sorusu uyandırıyor içinizde ve Word belgesi açmanıza neden oluyor.

Neyse verilecek tavsiye belli uyu, uyu, yat, uyu taa ki normale dönene kadar. Zaten normalsen pek bir etki yok ise kurtuluş daha kolay. Zaman her şeyin ilacımıdır bilmem ama denemekte fayda var. En azından kaybedeceğin bir şey olmaz…