Thursday, 25 November 2010
Ortaya karışık
Sunday, 10 October 2010
aşk mümkünmüdür hala
Tanışma konusunda zorlanmayan ben 3 haftadır adeta ıkınıyorum. Bulunduğum ortamda yanım boş kalmadı ki yanıma gelsin! muhabbeti yapsam da kendi kendime boş kalsa ne olacak diye de merak ediyorum. Aslında asıl mesele iki kişi arasında gidip gelmem. Bir konrolünü sağlayamadım kalbimin, beynimin. Sinirim bunla da alakalı değil. Liseden beri kimseyi sevmemem şu yaşıma rağmen hayatımda tek bir kişi sevmem, sadece bir tek kişiye aşık olmam da zorluyor olabilir. Ki sinirimin bununla da alakası yok.
Sinirim insanların benden sürekli ilgi beklemesi, sinirim 20 yaşında çok şey düşünüyor olmam. Belki ben büyütüyorum bir şeyleri ama itirazım var ulan. Bir anda on tane şey düşünmek istemiyorum mesela. Ama oluyor engelleyemiyor, ne kadar böyle sürer bilmiyorum.
Gelelim gönül meselesine kendime ona bir hafta verdim. Olmadı tanışamadık mı o halde bir daha da açmam konuyu kendi içime gömerim isimsiz adamı. Gelelim 2. tekil şahısa onu tanısam da olmayacağını bildiğim için bahsetmiyorum bile. Bu kadar yazıp bahsettikten sonra bağlayamamakta mesele ne yapalım bir şarkı ile son verelimm, alakasız olsa da bir travis sever olarak dinleyin derim. http://fizy.com/#s/151ef2
Saturday, 9 October 2010
kahve içene fal bedava
Bu sene bu fal meselesine ilk kez gittim. Abi çok boş ya deyip kadının - adamın yanına geçip, oha bildi lan deyip çıkıyorsun ki sonra sonra eee bana ayın şusu dedi ama falan diyerek verilen zaman dilimlerinden olayın fos olduğunu anlıyorsun. Ama yeter mi yetmez o kadar çoğalmış ki fincandan şekil çıkaran insan sayısı o olmadı, bilemedi diğerini deneriz oluyorsun. 2. kahve falı olayımsa ilkinden daha iyi yorum yapan birisiydi. İnanmam, inanmadım ama hakikatten kadın biliyor değil de hisleri kuvvvetli, fazlasıyla. Ama gelecek meselesi denilen olayda tıkanıyor herkes. Bir de şöyle bir durum var ki ee geleceği öğrendin şimdi? Ne yapacaksın? Hazırlık mı ? gibi sorular aklıma gelir hep benim.
Tüm bunları söyledim çünkü bugün de gittim. Yok ya ben çay içeceğim ile başlayan mesele iki arkadaşımın ısrarı sonucu fincan kapatmamla son buldu. Ne dedi anlamadım ama giderken uğradığımız yerdeki sıradan sonra bir kahve falı bakar afişi hazırlatıp, yer açmak istedim. 41 kişi vardı, şaka gibi... Ama merakta ettim, nedir bu kadar burayı özel kılan? Bir daha baktırmam ama baktırırsam merakımı gidermek amaçlı giderim oraya...
bir mesele var ki pek anlamış değilim.
Thursday, 7 October 2010
forum fashion week
Aslında benim öyle modayla işim falan olmaz. Seversem giyerim, sevmesem modaymış falan bakmam bile yüzüne. İlk moda karşılaşmam eski işimde zorla, cebren ve hile ile gönderildiğim defile olmuştu ki sonrası da gelmedi zaten. Bir de bu işlerle yakın takipte olan bir arkadaşım vardı. O ise sadece ayakkabılarıma takılırdı. Converse giyme, topuklu giy diye ikaz eder, büyüdün diye dürterdi.
Başlıkla ne alaka diyecek olursanız şayet Forum Fashion Week diye bir olay varmış. Yarışmadan moda sanat etkinliklerine, defilelerden Elle Shopping Festival'e kadar pek çok etkinliğin bulunduğu bir organizasyon. Duruma, olaya yine zorla, cebren ve hile ile katılıyorum. Ama bu sefer eş, dost hatır meselesi için. Hem de topukluyla...
detaylı bilgi için: www.forumfashionweek.com
ağaçlar bilet açtı
Yarın başlayacak festivalde Hırsızlar Şehri, New York I Love You, Başka Bir Yerde, Tehlikeli Yol ve Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor filmlerinin galası yapılacak.
program için: www.iksv.org/filmekimi_2010
Monday, 20 September 2010
Woman Without Piano
Sunday, 19 September 2010
Orkinoslar tükeniyor..
Dünyanın en fazla talep gören balıklarından olan orkinoslar beslenme açısından tercih edildiği kadar lüks sushi ve sashimi pazarlarının da temel malzemesi olarak görülüyor. Hem ticari hem de ekolojik açıdan Akdeniz'in en değerli ve önemli balıklarından olan orkinoslar ciddi bir tehlike ile karşı karşıyalar.
Ağırlığı 700 kg, uzunluğu 2 metreyi bulan bu canlılar yaşamları boyunca binlerce mil yol katediyor. Kuzey Amerika’dan Avrupa sularına kadar yüzebilen orkinoslar bir otomobil kadar hızlı yüzgeçleri sayesinde bir dakikadan daha kısa bir zaman diliminde 250 metre derinliğe dalabiliyorlar.
Ancak; bu canlıların birçoğu sınır tanımayan aşırı avlanma nedeniyle ve korsanların orkinos hırsızlığından dolayı tehlikede… Hatta kocagöz ve sarı yüzgeçli orkinoslar tüm okyanuslarda büyük bir oranda yok oldu bile. Mavi yüzgeçlilerin de stokları tükenmek üzere.
Orkinoslar neden tükeniyor?
Orkinosların nesillerinin tükenmesi ile ilgili biliminsanları 2006 yılından beri alarm veriyor ve durumun iyileştirilmesi konusunda, kota düşürme ve yumurtalama sezonunda balıkların avlanmaması gerektiği yönünde uyarı ve tavsiyelerde bulunuyor. Ancak, bu türün yönetiminden sorumlu olan Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu (ICCAT) bugüne dek Akdeniz'deki yasadışı ve aşırı avlanmanın önüne geçemediği gibi bilimsel tavsiyeleri de tamamen gözardı ederek balıkçılık yönetiminde bir utanç örneği oluşturuyor. Greenpeace de dört yıl boyunca Akdeniz’de konu ile ilgili araştırmalar yaparak ICCAT’e üye ülkelerin yasadışı faaliyetlerini defalarca raporladı. Ancak, ne yazık ki teknolojinin gelişimi de orkinosların yok olmasının nedenlerinden… Çünkü teknoloji sayesinde tüm ülkelerin bir yılda toplayabileceği orkinoslar iki günde toplanabiliyor.
Orkinosların tükenmesinin nedenleri sadece bunlar da değil; avcılığa kapalı dönemlerde avlanma, yavru orkinos avcılığı, balıkçılık teknelerinin yasadışı biçimde yeniden bayraklandırılması, yasadışı gözcü uçak kullanımı, lisanssız balıkçılık tekneleri ve orkinos çiftlikleri, denetimsiz aktarmalar, yasadışı indirme ve yalan beyan, önemli miktarda kayıtsız aşırı avlanma ve balıkçılık filolarının kapasiteleri de orkinosların tükenmesinin nedenleri. Balıkçılık endüstrisi şu anda tamamen kontrolden çıkmış ve mavi yüzgeçli orkinosu yok olmanın eşiğine getirmiş durumda.
Durumun düzelmesi için tüm türlerin yumurtlama alanlarını korumak üzere deniz rezervleri oluşturulmalı, avlanma kapasitesi sürdürülebilir düzeye indirilmeli ve bilimsel tavsiyeyle tam bir uyum içinde yeni bir yönetim planı benimsenip, gerektiği gibi uygulanmalı…
Orkinoslar için olumsuz sonuca karar verildi…
Soyu Tükenmekte olan Türlerin Uluslararası Ticaret Konvansiyonu 25 Mart’a kadar süren 15. Taraflar Toplantısı’nda bu yıl orkinoslar ile ilgili durumları gündeme getirdi. Küresel anlamda okyanusların korunması adına büyük önem taşıyan CITES (Nesli Tükenmekte Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme) Atlantik mavi yüzgeçli orkinoslarının geleceği için bir yol ayrımı anlamına geliyor.
fotoğraflar: greenpeace |
Orkinosların maliyeti
Ticari olarak en fazla yakalanan ve tüketilen orkinos türleri sarı yüzgeçli orkinos, kocagöz, yazılı orkinos ve mavi yüzgeçli orkinos olarak bilinir.
En fazla avlanan tür de kutu konservelerde kullanılan yazılı orkinos… Bu türün avlanması sırasında kullanılan ağlara genç sarı yüzgeçli ve kocagöz orkinoslar da takılır. Ticari değeri daha fazla olan sarı yüzgeçli orkinoslar, yakalanan orkinosların yüzde 35’ini ; mavi yüzgeçliler de dünyadaki tüm orkinosların yüzde 1.5’luk kısmını oluşturuyor. 2001 yılında Japonya’da, bir mavi yüzgeçli orkinos 173,600 Dolara satılarak tüm zamanların rekorunu kırmıştı.
Detaylı bilgi için;
greenpeace..
Friday, 17 September 2010
Blog’a dönüş…
Wednesday, 4 August 2010
Bu bir saç hikayesidir...
Biz kızlar biraz büyüyelim hemen saçımızla başımızla oynamaya başlarız. Bu durum izin verilse büyümeyi de beklemeden gerçekleştirilir, ancak anne- baba faktörü duruma el atıyor. Aslında doğduğumuzda var olan renk zaten bize uygun olandır ki öyle çıkmıştır. Elbette biraz daha fazla yakışanı çıkar çıkmasına da ama doğalda iyidir ya.
Ama yok olur mu illa bakacağız, bütün renkleri tek tek deneyeceğiz. Ben de denedim. Denemediğim renk yok sanıyorum. Tabii lise çağının verdiği asilik ile ilk renk denemem kırmızı olmuştu. Lisenin ilk karne zamanı saçımın aralarında kırmızı ile bahçe kapısından giriş yapmıştım. Ben memnun, saçlar şaşkın falan.
Günler birbirini kovaladı ve ben de her canlı gibi büyüdüm. Tabii bu arada kırmızılar yok oldu, yeni bir renk meydana geldi. Siyah… Azıcık rock müzik dinliyorsanız kaçınılmaz son siyahtır zaten.
Bu arada lise hayatı da bitmek üzereydi. Her sarı saça sahip olmayan kız gibi ben de bir sarı denemesinde bulundum. Bulunmadan önce köklü araştırma şarttı, sarışın kızların olduğu reklâmlar dikkatimi çekmeye başlamıştı, google’da sarışın ünlüleri arama oranı da benim sayemde artmıştı. E bu kadar çaba, emek ve eziyetten sonra saç sarıya döndü. Kuaför tabiri ile saçım kusturuldu. Kusan saç zamanla açılmaya başladı. Hızını alamadı, platine kadar gitti. O an bu duruma bir durmak gerekir dedim. bu arada iyi- kötü bir sürü yorum oldu. Çok ilginçtir ki saçımı normal haline (kahve- kestanemsi bir renk) çevirince üzülen bir kitle ile karşılaştım. Ama gerçek şu ki esmerler sarışın olmayın, lütfen olmayın, olanı da teşebbüs edeni de durdurun. Kesin saçlarını yakın küllerini de boğazdan atın…
Friday, 30 July 2010
Her gün yeni bir katliam…
'En İyi Belgesel' dalında Oscar kazanan The Cove (Koy) filmi Japonya’da oldukça ses getirmişti. Sadece Japonya’da değil elbette konuyla ilgili olan pek çok ülkede. Filmde Japonların insanlara en yakın olan canlıları-Yunusları eğlence ve yemek için öldürdüğü, katliam yapıldığı gösteriliyor. Japonlar sadece yunusları değil, orkinosları ve balinaları da rahat bırakmıyor.
Ama sadece hayvanlarla uğraşan ülke Japonya mı ki; Danimarka’nın Faroe Takımadaları’nda da durum pek farklı değil. Faroe’deki gençlerde yetişkin olduklarında balina katliamı yapıyorlar, zevkine!
Bunun dışında Faroe’de her yıl yaklaşık 950 ‘pilot balina’ balıkçılar tarafından avlanıyor. Bu durum hayvan severler tarafından protestolara neden olsa da ekonomi- kültürün önemli parçası olduğunu düşünenlerde var. Ve ne yazık ki bu yıl yine tekrarlandı. Kim bilir kaç yıl daha tekrarlanacak…
Tüm bunları yazdım ben vejetaryen miyim dersek, hayır değilim. Ama zevk içinde hayvan öldürülmesini pek kabullenemem sanıyorum. Büyüdüm haydi hayvan katliamı yapalımın mantığı yok, olamaz, olmamalı da zaten…
E) Hepsi- Hiçbiri- Diğer...
ÖSYM bu sene sınav sistemini değiştirdi, değiştirdi de nasıl bir sistem getirdi ne o anladı ne de sınava girenler. Ben de bizzat sınava giren öğrenciler arasındayım. Bir bölüm yetmedi ikileyelim dedim. Ama ben de bir şey anlamadım. Hadi sistemi anlamamak bir yana hesap kitap sorunları da var. Hayır, yapamıyorsan bu işi, ne işin var orada derler adama. Bu da yetmiyormuş gibi en geç 26 Temmuz’da açıklanacak DGS sonuçları da halen muallâkta. Yok, böyle saçma bir şey. Zaten o da açıklanır yanlış çıkar. ÖSYM başkanı tribe girer, bırakayım o zaman başkanlığı falan diye. İnci sözlüğü ne kadar seviyorum bilmiyorum ama ÖSYM’yi İnci’ye teslim ediyorum…
Küçük kızlar, minik etekler, faydasız diziler.
Küçük Sırlar diye bir dizi başlamış. Ben sadece ilk bölümüne baktım. Pek boş geldi bana. Aman o onun arkasından bir şey yapıyor, öbürü diğerinin vs (bkz: arkadan kuyu kazmaca)… Zengin- fakir- güzel-çirkin vs diye gruplara ayrılmış insanlar...
Tabii bunlar görünen taraf bir de kamera arkası sorunlar vs var. Birincisi senaristler ufak tefek değişiklik yapmışlar ama dizi ‘Gossip Girl’ isimli diziden alıntı ki sanki bizim senaristlerimizin hayal gücü bu kadar sıkışmış. Yani biz bir şey yapamıyor muyuz, keşke biraz kafa yorsak. Bunun dışında bir yandan da yapımcılar kısa eteklerle, ahlak kurallarıyla uğraşıyor.
Yine senelere değinerek geçmek isterim J… Annemlerin zamanında… (Annemle aramda sadece 19 yaş var. Yani 19 senede neler değişmiş.) Kimse kimsenin etek boyuna karışmazmış. Şimdi herkes ahlak polisi oldu. Yani ne oldu da biz namusu etek boyunda arar olduk. Uzun etek giyildiğinde de çok şey yapılır kimse endişelenmesin. Merakı olan da Mecidiköy’de Cevahir isimli alışveriş merkezinin dışardan otoparkına doğru yürüsün. Ağaçların kenarlarında yiyişenler kediler değil, uzun etekliler. Nereden nereye geldim, konumu da pek bir dağıttım.
Aslında senaryo sıkıntımızı anlatmak isterken iş eteklerimize kadar gitti. Sanırım pek bağlanacak tarafı kalmadı yazının o yüzden ana mesajı verip sonlandırayım madem. Daha faydalı diziler, daha çok emek, daha çok hayal gücü diyorum. Bir de boka sarmasın diziler diyorum, farzı misal; Kavak Yelleri, Yaprak Dökümü…
Ben pilot olacağım!
Her yazıda senelerle konuşuyorum ama bu kaç senedir süren bir durum bilmiyorum. Son günlerde gözüme bir haber çarptı. Çarpalı baya oldu da etkisini yeni mi görüyorum ne. Sina Büyüka şarkıcı olmuşşş. (Şarkıcılık dışında severim de... )Önce bir şarkısına, sözlerine bakmak lazım tabii…
Bana çok mantıklı gelmeyen bu sözler ve tarz; daha çok kız grubunda şarkı söyleyen ilkokul çağına hitap eden bir durumu yansıtıyor sanki. Bir insan ciddi ciddi iyi bir biçimde mesleğini yürütürken ve piyasa (müzik adına) aynılarıyla doluyken neden şarkıcı olmak ister ki…
Ama olsun biz de mankenden, spikerden, doktordan falan şarkıcı olabiliyor. Birkaç dizide oynadıysan magazin programı da sunabiliyorsun ya da herhangi bir program. A bir de yönetmenlik var ki parası olan yönetmen oluyor bu ne ya diyecek tarzda da olsa hâl böyle.
Aslında mantığını, sözlerini tartışacak çok şarkı var hatta o her yerde çalan şarkıların birçoğu saçma, basit 2–3 kelimenin tekrarlanmasından oluşuyor. Ama nedense en çok ‘Oyuncak Adam’ gözüme çarptı. Nedeni de basit ne alaka ya bu kız NTV Spor’da değil miydi? Hani öyle bir girişimi de yoktu diyor insan kendi kendine. En azından ben böyle dedim. Gereksiz bir eylem, ne eğitimi aldıysan o ol arkadaşım. Bırakında herkes işini yapsın. Bilen, anlayan, hakkını veren herkes…
Thursday, 29 July 2010
Eski sevgili klişesi
Kadın dergileri çıkmaya başladıktan sonra var olan en klişe konu eski, yeni her tür sevgili ile ilgili yazılmış yazılar sanırım. Gerçi ben kadın dergileri mantığını da pek anlamam ya neyse. Eski sevgiliniz sizi terk ettiyse şunları yapın, bunlardan uzak durun! Onu 3 günde etkilemenin yolları nedir? Yok, efendim arkadaşınız mı o mu’ya kadar giden bir saçmalık söz konusu.
Bu konu klişe, bu konunun klişe olduğunu söylemekte artık klişe ama eski bir arkadaşınız henüz siz gençken ve belki derken evlendiyse hani bunu da yazmak mı gerekir acaba sorusu uyandırıyor içinizde ve Word belgesi açmanıza neden oluyor.
Neyse verilecek tavsiye belli uyu, uyu, yat, uyu taa ki normale dönene kadar. Zaten normalsen pek bir etki yok ise kurtuluş daha kolay. Zaman her şeyin ilacımıdır bilmem ama denemekte fayda var. En azından kaybedeceğin bir şey olmaz…